İkinci Trump dönemi küresel ekonomi için ne anlama geliyor
8 mins read

İkinci Trump dönemi küresel ekonomi için ne anlama geliyor

ABD’nin siyaset sahnesinde Trump’ın gündemi çok net olmasa da genel kanı Trump’ın Çin’in Asya-Pasifik bölgesindeki hareketini kısıtlamak için bilinçli bir çaba göstereceğini öne sürüyor. ABD ve Avrupa, Çin’in genişleme modunda olduğunun ve agresif askeri yığınağı ve ekonomik ve ticari bağlantıları yoluyla Asya-Pasifik bölgesinin bir kısmını etkilemek istediğinin oldukça farkında.

Dışa dönük doğrudan yabancı yatırımları ve Covid-19 nedeniyle tedarik zincirinde yaşanan aksaklıkların ardından Vietnam ve Tayland gibi ASEAN ülkelerinde kurduğu şirketler, Çin’in bölgede hegemonya kurmaya yönelik agresif tutumunun güçlü göstergelerinden. Son dönemde Rusya ve Kuzey Kore ile yakınlaşması, Nepal ve Pakistan’daki yatırımları ve Maldivler’e verdiği destek ise Asya-Pasifik’te Çin merkezli bir hakimiyet kurmaya yönelik işaretlerdendir.

Çin Başbakanı Li Qiang’ın Haziran 2024’te Adelaide’e yapacağı ziyaret de Çin-Avustralya ilişkilerinde önemli bir adıma işaret ediyor ve 2015’te imzalanan Çin-Avustralya serbest ticaret anlaşmasını yenileyerek bölgeyi güçlendirmeyi teklif ediyor.

ABD de bu hamleye karşı Japonya, Avustralya ve Hindistan ile samimi ittifaklar kurdu. Trump’ın bu belirsizlik döneminde Çin’i siyasi olarak taciz etmesi için Çin’in Daimi Normal Ticari İlişkiler (PNTR) maddesini iptal etmesi bekleniyor ki bu da Çin’in DTÖ üyeliğinin tersine dönmesine yol açacak ve Çin’i içe kapalı bir ekonomi haline getirecektir.

PNTR, halihazırda Çin’e diğer DTÖ üyelerine sunulan aynı elverişli ticaret koşullarından, özellikle de daha düşük, ayrımcı olmayan tarifelerden yararlanma hakkı veren yasal bir statü. Amerikan ticareti ve sanayisi için PNTR’nin iptali, gümrük tarifelerinin derhal arttırılması ve dolayısıyla ABD’nin Çin’den ithal ettiği malların, ara ürünlerin ve girdilerin maliyetinin büyük ölçüde artması anlamına gelecektir. Özellikle Cumhuriyetçi Parti milletvekilleri arasında başkanlık konuşması bu tür duyguları uyandırdı ve bu, önümüzdeki aylarda ivme kazanabilir.

PNTR’nin iptal edilme olasılığı şu anda düşüktür zira böyle bir kararın ABD ekonomisi üzerindeki potansiyel etkisi çok büyük olabilir. Ancak bu durum bazı ek ticari tedbirlerin, vize sorunlarının vs. uygulanmasına kapı açabilir ve Çin’in ABD pazarına erişimini büyük ölçüde kısıtlayabilir.

Bu tür kararlar bilindiği üzere çoğu zaman siyasi güdümlüdür. Siyasi partiler, kanun yapıcılar, ticaret ve sanayi çevrelerinden gelen karışık tepkiler, ABD’de bu konuda bir siyasi belirsizlik olduğunu gösteriyor.

Ancak Trump’ın Çin’e yönelik ekonomik yaklaşımı pek de muğlak değil. Trump her ikisinin de rakip olduğuna, ancak Amerika’nın ‘Birinci’ olduğuna ve kazanması gerektiğine inanıyor. Bu bakımdan Trump ve Cumhuriyetçiler, Biden ve Demokratlardan farklı değil. Biden yönetimindeki ABD, Trump’ın gümrük vergilerini devam ettirdi ve Çin’in dünya pazarındaki hakimiyetini azaltmak için güneş enerjisi, elektrikli araçlar, bataryalar gibi yüksek teknoloji sektörlerine odaklandı. Çin’in yüksek teknoloji sektöründe bu denli öne geçmesiyle birlikte ABD’nin mevcut ve gelecekteki liderleri, kendi ileri teknoloji sektörünü geliştirmediği takdirde ulusal güvenliğinin tehlikeye gireceğinden endişe duymaktadır. Bu konudaki yetersizliği, yeşil dönüşüme ulaşma ve gelecekteki yenilenebilir enerjiyi güvence altına alma beklentilerine daha da zarar verecektir.

Trump, ikinci başkanlık yarışında tüm ithalatlarda %10, tüm Çin ithalatlarında %60 ve ABD dışında üretilen tüm otomobillerde %100 gümrük vergisi artırmayı öneriyor ve doğrudan BYD, NIO gibi Çinli şirketleri hedef alıyor. Bu aynı zamanda ABD’nin motorlu taşıt üretimini ve gemi, tekne, uçak ve demiryolu lokomotifleri dahil olmak üzere diğer ulaşım ekipmanı üretimini de vuracaktır çünkü bunlar Çin ithalatına bağımlıdır ve bu tür kısıtlamalar ABD ekonomisine ayak bağı olacaktır. Buna ek olarak, ABD yönetimi uzmanlaşmış ara ürünler de dahil olmak üzere bu tür ara girdileri başka bir yerden ithal etmek istese bile bunu temin etmek zor ya da maliyetli olacaktır. Bu durum gözlemcileri rahatsız etmektedir zira Trump’ın diğer vergi önerileriyle birlikte bu tür kapsamlı gümrük vergileri ABD’ye pahalıya mal olabilir ve bu yük büyük ölçüde ucuz ithalata bağımlı olan düşük gelirli hane halkları tarafından orantısız bir şekilde karşılanacaktır.

Bu nedenle başkanlık seçimlerini yakından takip edenler, bu tür ekonomik zorlukların ABD’nin Trump’ın Beyaz Saray’a geri dönmesini sağlamak için bu kadar yüksek gümrük vergileri uygulamasını ve bu süreçte gümrük gelirlerini kaybetmesini engelleyip engellemeyeceğini merak edebilirler. Cevap olumsuz olabilir çünkü hükümet neden ortalama Amerikalılara zarar verecek bir politika gündemiyle ilerlesin ki? Bu tür ticareti bozucu uygulamalar geçmişte ABD ve Japonya 1980’lerin başında bir ticaret savaşına girdiğinde de benimsenmişti. 1970’lerdeki petrol krizinden sonra Amerikalı tüketicilerin daha küçük otomobillere olan talebi, Japon otomobil üreticilerinin ABD pazarlarına akın etmesine yol açtı. Bu tür otomobil ve yarı iletkenlerin ithalatı bir tehdit haline geldi ve ABD’yi Japon ithalatını durdurmak için gümrük tarifelerini önemli ölçüde yükseltmeye zorladı. Başkan Ronald Reagan’ın Cumhuriyetçi yönetimi 1987 yılında 300 milyon dolar değerindeki Japon ithalatına %100 gümrük vergisi uygulamıştı. Ancak Başkan Jimmy Carter yönetimindeki Demokratlar, Japon otomobil üreticilerinin ABD’de fabrika kurmasına izin vermişti. Bu iki ticaret savaşı birbirine benziyor. O dönemde de, tıpkı şimdi olduğu gibi, ABD hükümeti Amerika’nın ekonomik üstünlüğünü güvence altına almaya çalışmış, bu da Amerikalı tüketicilerin ve firmaların büyük net kayıplarına rağmen siyasi yelpazenin genelinde popüler destek gören bir gündem olmuştur.

Her iki durumda da ABD tarafından uygulanan gümrük tarifeleri, GATT ve halefi DTÖ tarafından belirlenen serbest ve adil ticaret kurallarını ihlal etmiştir. İki ticaret savaşı önemli farklılıklar içermektedir. Japonya 1980’lerde askeri savunması için tamamen ABD’ye bağlıydı. Bu nedenle Amerikan kurumları her türlü baskı taktiğinin olumlu sonuç vereceğinden eminken, Çin’den böyle bir güvence beklenmemektedir. Çin’in ABD’nin taleplerine cevap verme kabiliyeti de kendi iç kaygılarıyla sınırlıdır. Çin, kişi başına düşen milli geliri ABD’nin yaklaşık %17’si gibi çok daha düşük olan orta gelirli ülkeler kategorisinde yer almaktadır. Çin hükümeti insanları yoksulluktan kurtarmak için insan kaynaklarına büyük yatırımlar yaparken, Japonya ve ABD neredeyse aynı seviyededir ve endüstriyel olarak gelişmiş ülkelerdir. Siyasi belirsizliğin had safhada olduğu bir dönemde, ABD hükümetinin Çin’e yönelik saldırgan tutumunu sürdüreceği ve bu konuda büyük bir destek bulacağı açıktır. Bu durum 1980’lerde iki partili bir desteğe sahip olan Japonya’dan farklıydı. Japonya Amerika’nın taleplerinin çoğunu kabul etti, Çin ise buna yanaşmayabilir. Her iki ülkenin liderleri de halklarının ekonomik kayıplarını önlemek istiyorlarsa birbirlerinin hedeflerini ve sınırlarını açıkça tanımalıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir